9 Haziran 2017 Cuma

İşini yarına bırakma


İmam-ı Ebu Yusuf hazretlerinin, Halife Harun Reşid’e tavsiyesi özetle şöyledir:

Ey Müminlerin Emiri, Allahü teâlâ sana büyük bir vazife verdi. O öyle bir vazife ki sevabı sevapların, cezası da cezaların en büyüğüdür. Artık sen, Allahü teâlânın kendilerine emir tayin edip idarelerini sana emanet ettiği insanlar için bina yaparak, adaleti icra etmeye başladın. Bina adalet ve doğruluk harcından mahrum temel üzerine kurulduğu vakit, Allahü teâlâ o binanın temellerini bozar, yapan ve yapılmasına yardım edenlerin üzerine yıkar. Bu sebeple vazifeni ihmal edip herhangi bir hakkın zayi olmasına sebep olma!

Bugünün işini yarına bırakma, aksi halde işleri zayi etmiş olursun. Ecel emelin önündedir. Ecele, iş ve amel ile koş. Çünkü ecel geldikten sonra artık iş ve amel yoktur. Çoban, efendisine hesap verdiği gibi idareci de Rabbine hesap verir.

O halde hakkı sahibine ver, adaleti icra et! Çünkü Kıyamette Allah katında en mutlu idareci, idare ettiği elemanlarını en fazla mutlu edendir.

Eğer sen haktan ayrılırsan, elemanlar da doğruluktan ayrılır. Nefsine uyarak emir vermekten, öfke ile iş yapmaktan sakın! İki işten, ahiret için olanı tercih et! Çünkü ahiret baki, dünya fanidir.

Daima temkinli ol; temkinli olmak dil ile değil kalb iledir. Azabından korkarak ve rahmetini umarak Allah’a sığın, çünkü sığınmak ve korunmak korku ve ümit iledir. Kim Allah’a sığınırsa Allahü teâlâ onu korur. Daima iyi bir akıbet, zayi olmayacak bir iş, herkesin vardığı bir kaynak için çalış. Çünkü, eninde, sonunda varılacak yer, o kadar korkunç bir duraktır ki, orada yürekler hoplayacak, çok kimse zillet içinde olacaktır.

Kıyamette, o korkunç yeri bilip de amel etmeyen, yararlı iş yapmayan kimsenin duyacağı hasret ve pişmanlık sonsuzdur. Şu âyet-i kerimeyi düşünmelidir!
(Bugün [hak ile bâtılın, iyi ile kötünün, haklı ile haksızın ayrıldığı] bir gündür. Sizi de, sizden öncekileri de burada topladık.) [Mürselat 38]

Telafisi imkansız olan bir ayak kayması, acı bir pişmanlıktır. Bu hayat, sadece gece-gündüzün nöbet değiştirmesinden ibarettir. Zaman her yeniyi eskitir, her uzağı yakınlaştırır, vaad edilen her şeyi getirir. Herkes ne yapmışsa, mutlaka karşılığını görür.

Dünyadaki az bir zamandaki işlerin hesabını vermek çok çetindir. Dünya da, içindekiler de yok olacaktır. Ahiret ise devamlı kalma yeridir. Yarın Allah’a, asi olarak mülaki olma! Şunu iyi bil ki, Kıyamet gününün hakimi, kullarını evlerine, yerlerine ve mevkilerine göre değil ancak amellerine göre muhakeme edecektir. Allahü teâlâ ikaz ediyor, o halde dikkatli ol. Çünkü sen; abes olarak yaratılmadın, bu sebeple de başı boş bırakılmayacaksın. Şüphesiz Allahü teâlâ seni yaptıklarından ve içinde bulunduğun durumdan hesaba çekecektir. İyi düşün, nasıl cevap vereceksin? Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz: Ömrünü nasıl geçirdi, ilmi ile nasıl amel etti, malını nereden, nasıl kazandı ve nerelere harcadı, cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı?) [Tirmizi]

Ey Müminlerin Emiri, bu soruların cevabını hazırla! Çünkü bugün dünyada yaptıkların hesabı yarın sana sorulur. Gizli işlerin maskesinin düşeceğini de hatırla! Sana, vazifelerini Allah rızası için yapmanı tavsiye ederim. Tavsiyeme uymazsan; aslında yürünmesi kolay olan yol sana zorlaşır; gözlerin etrafı görmez, gerçekler kaybolur. O geniş yol sana daralır, orada bildiklerini tanımazsın; fakat tanımadıklarını bilirsin. Bu sebeple, nefsine karşı, muzaffer olmasını isteyen kimsenin gayreti ile, husumeti ile nefsine karşı koy!

Ey Müminlerin Emiri, idare ettiklerinin zararına sebep olma! Allahü teâlâ onların haklarını senden alır da, neticede zararın büyük olur. Bina, ancak yıkılmadan önce tahkim edilir. Şüphesiz, Allahü teâlânın, idaresini sana verdiği kimseler hakkında yaptıkların, senin lehine, telefine sebep oldukların da, senin aleyhine olarak tespit edilir.

Allahü teâlânın, idaresini sana emanet ettiği kimselerin işlerini unutmazsan, sen de unutulmazsın. Onlardan ve onlara faydalı şeylerden gafil olmazsan, sen de aldatılmazsın.

İdarecilerin yolunu aydınlatacak nur; ancak cezaları tatbik etmek, araştırmaya ve açık delillere dayanmak suretiyle hakkı sahibine vermektir.

İyi kişilerin yolunu takip etmek, onların iyi hareket ve prensiplerini devam ettirmek daha tesirlidir. İdarecinin zulmetmesi; idare edilenler için bir felaket, itimat ve güvenden yoksun kimselerle yardımlaşıp millet idaresinde onlara dayanması ise bütün halk için bir helaktır.

Ey Müminlerin Emiri, güzel komşuluk ve iyi muamele et! Şükrederek nimetin çoğalmasını iste! Zira Hak teâlâ buyurdu ki:
(Şükrederseniz, nimetlerimi artırırım. Nankörlük ederseniz, azabım şiddetlidir.) [İbrahim 7]

Allah katında ıslahtan daha iyi, fesattan daha kötü bir şey yoktur. Kötülük işlemek nimetlere karşı nankörlüktür. Nankörlük edenlerin çoğu, şereflerinden mahrum olmuş ve Allahü teâlâ, onlara düşmanlarını musallat etmiştir.
[İmam-ı Ebu Yusuf hazretlerinin bildirdiği hadis-i şerifler]
Ey Müminlerin Emiri, şu hadis-i şeriflerin gereğini yapmaya çalış!
1- (İnsanların en kıymetlisi ve kıyamette bana en yakın olanı, adaletle hükmeden idarecidir. İnsanların en kötüsü ve en fazla azap görecek olanı ise, zalim idarecidir.)

2- (Allahü teâlânın hayır murat ettiği milletin idarecileri yumuşak ve cömert kimseler olur. Kim idareci olurda rıfk 
[yumuşaklık] ile muamele ederse, Allahü teâlâ da ona rıfk ile muamele eder.)

3- (Cemaatten bir karış uzaklaşan, boynundaki İslam halkasını koparmıştır.)

4- (İdarecilerinize sövmeyin. Eğer iyi idare ederlerse sevabı onlaradır, size de teşekkür gerekir. Eğer kötülük ederlerse vebali onlara, size de sabır gerekir. Çünkü idarecilik bir nikmet 
[cezalandırmak suretiyle mükafat vermek] tir, Allahü teâlâ dilediğini o yoldan imtihan eder. Onun nikmetini öfke ile değil, sabırla karşılayın!)

5- (Her emire itaat et, her imamın arkasında namaz kıl! Eshabımın hiçbirine sövme!)

4 Haziran 2017 Pazar

Huy değişir mi?



Sual: Kendimizde bulunan kötü huyları tespit için nasıl hareket etmeliyiz?
CEVAPHadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin, müminin aynasıdır.) [Taberani]

İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir. Sadık olan dost, onu tehlikelerden, korkulardan muhafaza eden kimsedir. Böyle bir arkadaş bulmak çok zordur. Bunun içindir ki, İmam-ı Şafii hazretleri buyurdu ki:
Sadık dost ve halis kimya
Az bulunur, hiç arama!

Hazret-i Ömer de buyurdu ki:
Arkadaşım aybıma uyardı beni,
Kardeşlik sünnetinin budur temeli!

Düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler de, insana ayıplarını tanıtmaya yarar. Çünkü düşman, insanın ayıplarını arayıp, yüzüne çarpar. İyi arkadaşlar ise, insanın ayıplarını pek görmezler. Biri İbrahim Ethem hazretlerine aybını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca, (Seni dost edindim. Her halin, hareketlerin, bana güzel görünüyor. Aybını başkalarına sor) dedi.

Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak da, kötü huyların ilaçlarındandır. (Mümin müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin manası budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. Hazret-i İsa’ya, güzel ahlakını kimden öğrendin, dediklerinde; (Birinden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen huylarından kaçınıp, beğendiklerimi ben de yaptım) buyurdu.

Hazret-i Lokman’a da (Edebi kimden öğrendin) dediklerinde, (Edepsizlerden) dedi.
Eshab-ı kiramın velilerin hayat hikayelerini okumak da iyi huylu olmaya sebep olur.

Sual:
 Kendimizde bulunan kötü bir huydan kurtulmak için ne yapmak gerekir?
CEVAPKendinde kötü huy bulunan kimse, buna yakalanmanın sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak gerekir. Çünkü insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Kötü şeyler nefse tatlı gelir. İnsanın, kötü şey yapınca, arkasından riyazet çekmeyi, nefse güç gelen şey yapmayı âdet edinmesi de, faydalı ilaçtır. Mesela, bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim veya oruç tutacağım, gece namazları kılacağım diye yemin etmelidir. Nefs, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebep olan kötü âdetini yapmaz. Kötü ahlakın zararlarını okumak, işitmek de, faydalı ilaçtır. Bu zararları bildiren hadis-i şerifler çoktur. İslam Ahlakı kitabındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
(Allah katında kötü huydan büyük günah yoktur.)
 Çünkü, bunun günah olduğunu bilmez. Tevbe etmez. İşledikçe, günahı kat kat artar.

(İnsanların hiç çekinmeden, sıkılmadan yaptıkları günah, kötü huylu olmaktır.)

(Her günahın tevbesi vardır. Kötü ahlakın tevbesi olmaz. İnsan, kötü huyunun tevbesini yapmayıp, daha kötüsünü yapar.)

(Sıcak su, buzu erittiği gibi, iyi ahlak da, hataları eritir. Sirke, balı bozduğu gibi, kötü ahlak da, hayratı, hasenatı mahveder.) 

Sual: Huy değişir mi? Kötü alışkanlıklarda çevrenin rolü nedir?
CEVAP
Alışkanlık
, bir şeyi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilme melekesidir. Huy, kalb ile ruhun melekesi, alışkanlığıdır. Yerleşmiş olan huya meleke denir. Geçici olan huya hâl denir. Mesela gülmek, utanmak, birer hâldir. Cömertlik, cesaret, birer melekedir. Huy, meleke demektir. Ara sıra hayır işlemek huy değildir. Her zaman hayır işlerse, cömert huylu olur. Fakat kendini zorlayarak yaparsa, yine cömert huylu olmaz. Kolaylıkla, seve seve yaparsa, huy denir. Huy, iyi veya kötü iş yapmaya veya, iyi ve kötü olmayan şeye sebep olur. Bunlar üçe ayrılır. İlkine fazilet veya güzel huy denir. Cömertlik, yiğitlik, böyledir. İkincisine rezalet veya kötü huy denir. Cimrilik böyledir. Üçüncüsüne sanat denilir. Terzilik, çiftçilik gibi.

Âlimler huyun değişip değişmemesi hakkında diyorlar ki:
1- Huy değişmez. Çünkü bir hadis-i şerifte, (Bir dağın yerinden ayrıldığını işitirseniz tasdik edin. Ama bir kişi huyunu değiştirmiştir derlerse tasdik etmeyin. Çünkü insanın yaratılışındaki huy devam eder) buyuruluyor. Bu bakımdan portakal çekirdeğinden ceviz olmaz. Gazap, şehvet gibi insanın fıtratında olan şeyler yok edilemez. Onun için can çıkar huy çıkmaz denmiştir.

2- 
Huyun, insanla birlikte yaratılmış olanı değiştirilemez, sonradan hasıl olanı değişebilirEvet gazap ve şehvet terbiye ile yok edilemez. Fakat dinimiz de bunların yok edilmesini değil, terbiye edilmesini emrediyor. Terbiye edilince de zararları önleniyor. Terbiye etmek başka, yok etmek başkadır. Nasihat ile insan terbiye edilebilir. Onun için Kur'an-ı kerimde mealen, (Nasihat et, nasihat müminlere elbette fayda verir) buyuruluyor. (Zariyat 55)

(İnsan huyunu değiştiremez. Çünkü yaratılıştaki huy devam eder)
 hadis-i şerifi, yaratılışta olan huyların değişmeyeceğini gösterir. Fakat, (Huyunuzu güzelleştirin) (Herkes, Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Bunları sonra anaları babaları, gayrimüslim ve imansız yapar) hadis-i şerifleri de, huyun değişebileceğini gösterir. Evet portakal çekirdeğinden ceviz olmaz. Fakat bakıp, aşılanırsa, çekirdeksiz tatlı, iri portakal olur. Akılsız hayvanı bile ehlileştirmek, ona bazı alışkanlıklar kazandırmak mümkündür. Mesela av hayvanına, avını yememesi, tuttuğu avı getirmesi öğretilebiliyor. Akıllı insanın terbiyesi, huyunun değiştirilmesi ise daha kolaydır.

3- 
Huy sonradan elde edilir ve değiştirilebilir. Âlimlerinin çoğu bu üçüncü görüşü benimsemişlerdir. Onlara göre;
(Evladınıza ikram edin, onları edepli, terbiyeli yetiştirin!),
(Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altındakileri Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz) 
hadis-i şerifleri gösteriyor ki, insanlar iyiliğe elverişli olarak doğar. Sonra, nefsin kötü arzuları ve güzel ahlakı öğrenmemek ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak, çevrenin etkisiyle kötü huyları meydana getirir.

Kötü alışkanlık, haram işlemeye alışmak demektir. Haram olmayan şeyi kullanmaya, mesela çay içmeye kötü alışkanlık denmez. İçki, kumar, esrar, zina alışkanlığı [bağımlılığı] birer kötü alışkanlıktır. Kötü alışkanlıklara elini veren kolunu alamaz. Onun için alışmış kudurmuştan beterdir denir.

Kötü alışkanlıklara çevrenin etkisi büyüktür. Çevreyi değiştirmeli, iyi insanlarla beraber olmalı, her haramdan kaçmaya çalışmalı ve bilhassa namazı asla aksatmamalıdır. Çünkü Cenab-ı Hak, (Namaz insanı fahşa ve münkerden, [yani her türlü kötülükten] alıkoyar) buyuruyor. Salih kimselerin kontrolü altında namaza devam eden kimse, her türlü kötü alışkanlıktan kurtulur, tertemiz insan olur.

Oruç ile, insan güçlü bir irade kuvveti kazanır. Alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan oruç vesilesi ile kurtulanlar çok görülmektedir. Allah’ın emri olduğu için, ramazanda bir ay oruç tutan bir Müslüman, Allahü teâlânın emirlerini yapmak alışkanlığını da kazanır. Böylelikle, Onun başka emirlerini yapmaya da gayret ve kabiliyet elde eder.

Tembellikten kurtulmak için, önce bunun kötülüğünü bilmeli, ondan sonra da tedavisine bakmalıdır. (İnsan, ancak çalıştığının faydasını görür) mealindeki âyet-i kerimeyi düşünmelidir. Resulullah efendimiz tembellikten Allahü teâlâya sığınmış, (Ya Rabbi, beni, tembellikten koru!) diye dua etmiştir. Tembelliğin ilacı, çalışkanlarla konuşmak, tembel, uyuşuk kimselerden kaçınmak, Allahü teâlâdan haya etmek lazım geldiğini ve azabının şiddetli olduğunu düşünmektir. Dinini iyi bilen salih kimselerle görüşmelidir. Sabah namazına uyanmak için çalar saat gibi bir tedbir almalı. Birkaç gece kalkınca, artık âdet olur, uyanmak kolaylaşır. Bir insan bir işin kendisi için faydalı olacağına inanmadıkça, yeni bir şeyi kabul etmez, eski alışkanlığından da vazgeçemez.

İyi işleri yapmaya kendini zorlayan, güzel huyları elde edebilir. Mesela hat kabiliyeti olan, hiç hat ile uğraşmazsa, gizli kabiliyeti meydana çıkmaz. Fakat bu sanatla uğraşmaya çalışırsa, güzel yazı yazabilir. Güzel huyları itiyat hâline getirmek, güzel huylu olmayı kolaylaştırır. Cimri bir kimse, hayır yapmayı, tanıdıklarına ziyafet vermeyi âdet hâline getirirse, cimrilikten kurtulması mümkündür. Alışkanlık hâline gelen küçük günah da, büyük günah olabilir. Büyük günaha alışan da küfre düşebilir.
Sual: Ahlak değişmez mi?
CEVAPHerkesin ahlakı değişebilir. Hiçbir kimsenin huyu, yaratılıştaki gibi kalmaz, sonradan değişebilir. Ahlak değişmeseydi, Peygamberlerin gönderilmesi hâşâ faydasız, lüzumsuz olurdu. Terbiye ve ceza usulleri abes olurdu. İlmin ve terbiyenin fayda sağladığı her zaman görülmüştür. O halde, ahlakın değiştiği güneş gibi meydandadır. Ancak, bazı huylar pek yerleşmiş, ruhun özelliği gibi olmuştur. Böyle huyları değiştirmek, yok etmek pek zor olur. Böyle ahlak, en çok, cahil, kötü kimsede bulunur. Bunu değiştirmek için ağır riyazet ve çok mücahede gerekir. Nefsin isteklerini yapmamak için çalışmaya Riyazet, nefsin istemediği şeyleri yapmaya Mücahede denir.

İnsanlar iyiliğe, yükselmeye elverişli olarak doğar. Sonra, nefsin kötü arzuları ve güzel ahlakı öğrenmemek ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak, kötü huyları meydana getirir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her çocuk, Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Bunları sonra anaları babaları, yahudi, hristiyan veya dinsiz yapar.) [Taberani]

Sual:
 İyi huylu olmak ve iyi ahlakı muhafaza edebilmenin çaresi nedir?
CEVAPKötü niyet ile olmayan hikmet, adalet, iffet ve şecaat, iyi ahlakın kaynağıdır. İyi huylu olmak için ve iyi ahlakını muhafaza edebilmek için, salih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Kurtulmanın tek çaresi vardır, o da kurtulanlarla beraber olmaktır.)
İnsanın ahlakı, arkadaşının huyu gibi olur. Ahlak, hastalık gibi bulaşıcıdır. Kötü huylu ile arkadaşlık etmemelidir. Hadis-i şerifte, (İnsanın dini, arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. Faydasız şeylerden, oyunlardan, zararlı şakalaşmaktan ve münakaşa etmekten sakınmalıdır. İlim öğrenmeli ve faydalı işler yapmalıdır.

Ahlakı bozan, şehveti harekete getiren seks, fuhuş kitapları okumamalı, böyle radyo ve televizyondan sakınmalıdır. İyi huyların faydaları ve haramların zararları ve Cehennemdeki azapları, hep hatırlanmalıdır.

Mal mevki arkasında koşanlardan hiçbiri muradına kavuşamamıştır. Malı, mevkii hayır için arayan ve hayır işlerde kullanan, rahata, huzura kavuşmuştur.

Mal, mevki gaye olmamalı, hayra vasıta olmalıdır. Mal mevki, bir deryaya benzer. Çok kimse, bu denizde boğulmuştur. Allahü teâlâdan korkmak, bu deryanın gemisidir. Hadis-i şerifte, (Dünyada, kalıcı değil, yolcu gibi yaşamalı! Öleceğini hiç unutmamalı!) buyuruldu. İnsan, dünyada baki değildir. Dünya zevklerine daldıkça, dertler, üzüntüler, güçlükler artar.

Aşağıdaki hadis-i şerifleri hiç unutmamalıdır:
(Kişi, az ibadet etse de, güzel ahlakı ile en yüksek dereceye kavuşur.) [Taberani]

(İnsan, güzel huyu ile, Cennetin en üstün derecelerine kavuşur. [Nafile] İbadetlerle bu derecelere kavuşamaz. Kötü huy, insanı Cehennemin en aşağısına sürükler.)
 [Taberani]

(İbadetlerin en kolayı, az konuşmak ve iyi huylu olmaktır.)
 [İbni Ebid-dünya]

Birinin gündüzleri oruç tuttuğu, geceleri namaz kıldığı, fakat kötü huylu olduğu, dili ile komşularına, arkadaşlarına eziyet ettiği söylendiğinde, Peygamber efendimiz cevabında, (Böyle olmak iyi değildir. Gideceği yer, Cehennem ateşidir) buyurdu.

İnsan günahını ne kadar çok büyük görürse o kadar iyidir. Fakat günahı yüzünden Allahü teâlânın sonsuz rahmetinden ümit kesmek caiz değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: İşlediği günahı affımın yanında büyük görene gazaplanırım. Eğer acele etmek şanımdan olsaydı, acele ceza verseydim, rahmetimden ümit kesenlere acele ceza verirdim.) [Deylemi]
Allahü teâlâ, tevbe edilen günahları affeder.

Sual: Can çıkar, huy çıkmaz deniyor, kötü huy değişmez mi?
CEVAPCan çıkar, huy çıkmaz sözü, gazap, şehvet gibi insanın fıtratında olan şeylerin tamamen yok edilemeyeceğini bildirmek için söylenmiştir. Terbiye etmek başka, yok etmek başkadır. Nasihat ile insan terbiye edilebilir. Onun için Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Nasihat et, nasihat müminlere elbette fayda verir.) [Zariyat 55]

Huyu değiştirmek mümkün olduğu için, çocuk terbiyesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Çocuğu güzel terbiye, evladın babasındaki haklarındandır.) [Beyheki]

(Çocuğu terbiye etmek, tonlarla sadakadan daha sevaptır.) [Tirmizi]

Peygamber efendimiz, (Ahlakınızı güzelleştirin) buyurdu. (Din nedir) diye sual edilince de, (Din, güzel ahlaktır) buyurdu.

Şu halde dinin emirlerine uyup yasak ettiklerinden kaçan kimse, huyunu değiştirip güzel ahlaka sahip olur. Güzel ahlakın ne olduğu sorulduğu zaman da buyurdu ki:
(Güzel ahlak, gelmeyene gitmek, vermeyene vermek ve zulmedeni affetmektir.) [Hakim]

Akılsız hayvanı bile ehlileştirmek, bazı alışkanlıklar kazandırmak mümkündür. Mesela av hayvanına, avını yememesi, tuttuğu avı getirmesi öğretilebiliyor. Akıllı insanın terbiyesi ise daha kolaydır. Dinimiz de, nefsimizi terbiye etmemizi, nefsini terbiye edenlerin iki cihan saadetine kavuşacağını bildiriyor. Nefsimizle cihadın önemi büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Asıl mücahid, Allahü teâlâya itaat uğrunda nefsi ile cihad edendir.) [Tirmizi]

Bir erik çekirdeği, ne elmadır, ne de eriktir. Bu çekirdek, toprağa konur, sulanıp gübrelenirse erik ağacı olabilir. Bu ağaçtan da erik alınabilir. Bu ağaca ne kadar bakılırsa bakılsın, erik çekirdeğinden elma olmaz.

İşte bunun gibi, gazap ve şehvet terbiye ile yok edilemez. Zaten dinimiz de bunların yok edilmesini değil, terbiye edilmesini emrediyor. Terbiye edilince de zararları önleniyor. Mesela gazabı saldırganlık derecesinde olmak kötü olduğu gibi, gazabın tamamen yok olması da zararlıdır. Tehlikelere karşı koyamaz. Terbiye ile itidal sahibi olunabilir. İsraf da, cimrilik de kötüdür. İkisinin ortası cömertliktir. Terbiye ile, dine uymakla insan cömert olabilir. Dinimiz, aşırılıklardan uzak, orta yolda olmayı emretmektedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sizi vasat bir ümmet kıldık.) [Bekara 143]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(İşlerin hayırlısı vasat olanıdır.) [Beyheki]

[Vasat, ifrat ve tefritten, her türlü aşırılıklardan uzak olan demektir.]

Kusurları bilmek için
Sual:
 Kusurlarımı öğrenip düzeltmek istiyorum. Fakat kusurlarımı nasıl öğrenebilirim?
CEVAPİmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
İnsanların bazıları, hatta çoğu, kendi kusurunu bilemez. Elin gözündeki çöpü görür de, kendi gözündeki merteği göremez. Alışkanlık haline getirdiğimiz kusurlarımızın hata olduğunu bile düşünmeyiz. Kusuru öğrenmenin birkaç yolu:
1- Bir şey öğrenmek isteyen, o hususta kendini talebe kabul etmelidir. Yaşı kendinden küçük de olsa, bilmediği hususlarda bilenlere sormalıdır. Kalbin kusurlarını bilen, ilmiyle amil salih birinden kusurlarını ve tedavi çarelerini öğrenmelidir.

2- 
Kendisine kusurlarını gösterecek salih ve basiret sahibi bir arkadaş bulmalı, kusurlarını söylemesi için ona rica etmelidir. Hazret-i Ömer, Eshab-ı kiramdan bazılarına kusurlarını sorardı.
Akıllı kimse, daima kendini kusurlu görmelidir. Hakiki dostlarımızdan başkasına kusurumuzun ne olduğunu sormak faydasızdır. Kimi dalkavukluk eder, kusurlarımızı gizleyip söylemez. Kimisi de haset eder, kusur olmayan şeyi kusur gibi gösterir.

Kusurumuzu samimi olarak söyleyen çıkarsa, kolay kolay kabul edemeyiz. Halbuki başkalarının ikazı ile kusurlarımızı düzeltmemiz büyük fazilettir.

Kötü huylarımız, zehirli yılan ve akrep gibidir. Biri, ceketimizde bir akrep olduğunu söylese, doğru söyleyip söylemediğine bakmadan hemen ceketi çıkartırız. Kötü huylar ise akrepten daha tehlikelidir. Akrep en fazlasından bizi zehirleyip öldürebilir. Fakat kötü huylar, sonsuz felaketimize sebep olabilir. Kötü huylarımızı haber verene teşekkür etmiyorsak, bizi ikaz ettiği için sevinmiyorsak, gerçekten kusurlu olduğumuz anlaşılır.

Hele bir de, (Senin de şu kusurların var. Bir de bana nasihat mi ediyorsun?) diyerek nasihati kabul etmediğimizi gösterirsek, kötü olduğumuz iyice meydana çıkar.
Bu hâl, günahlarımızın çokluğu sebebiyle kalbimizin karardığını gösterir. Daha açıkçası iman zayıflığından meydana gelmektedir. Kusurlarımızı söyleyene teşekkür ve dua etmeliyiz!

3- 
Düşmanlarımız da kusurlarımızı dillerine dolayabilir. Çünkü kin ve nefret gözlüğü ile bakan, kusurları daha kolay görür. Böyle bir düşman, kusurlarımızı gizleyen dalkavuktan daha iyidir. İnsan tabiatı, düşmanın ikazını hoş görmez. Fakat akıllı kimse, düşmanın sözlerinden istifade etmeli, söylediği kusurları düzeltmeye çalışmalıdır.

4- 
Kusurlarımızı öğrenmenin bir başka yolu da, başka müslümanlara bakmaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin müminin aynasıdır.) [Taberani]

Başkasının kusurlarında kendi kusurlarını görür. Başkasında görüp hoşlanmadığı şeylerden kendini temizler. Birçok salih kimse, kötü insanın kötülüğünü görüp kendilerini ıslah etmişlerdir. Bir ayyaş düşünün, fazla içtiğinden yol kenarına yatıp, kustuğunu köpekler yalamaktadır. Bu hali gören kimse, ayyaşlığa özenmez. Bunun gibi kumarbazın, hırsızın haline gıpta etmez. İyilerin iyiliklerine imrenir. Bildirilen bu yollarla kusurlarımızı düzeltmemiz mümkündür.

5- 
İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir. Sadık dost, arkadaşını, tehlikelerden, korkulardan koruyan kimsedir. Böyle bir arkadaş bulunursa, bunu büyük nimet bilmelidir. Onun tavsiye ve nasihatlerine kızmamalı, aksine çok sevinmelidir. Mesela gıybetin, zinadan kötü olduğu, sevapları ateşin kuru odunu yaktığı gibi yok ettiği hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Biz gıybet etmeye başlayınca bir arkadaşımız, (Sus sevapların yanacak, Cehenneme gideceksin) derse, bize iyilik mi etmiş olur yoksa kötülük mü? İyilik ettiğine göre, böyle arkadaşa kızmak mı, yoksa minnettar kalmak mı gerekir? Yanımızda bir arkadaşın gıybeti yapılınca, hemen müdahale etmemiz gerekir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Gıybet edilen kardeşini, gücü yettiği halde himaye etmeyeni Hak teâlâ dünya ve ahirette zelil eder.) [İ.Ebiddünya]

Kötü huylar, kalbi, ruhu hasta eder. Hastalığın artması, kalbin, ruhun ölümüne sebep olur. Müslümanın önce kalbini temizlemesi gerekir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. Bu iyi olursa, bütün uzuvları iyi olur. Bu kötü olursa bütün organları bozuk olur. Bu kalbdir.) [Beyheki]

Kalb, yürek denilen et parçasındaki gönüldür. Kötü huylar çoktur. Hepsi için müşterek ilaç, hastalığı, zararını, sebebini, zıddını ve ilacın faydasını bilmektir. Bu hastalığı kendinde teşhis etmek, aramak, bulmak gerekir. Bu teşhisi herkes kendi yapmalıdır. Kendi yapamazsa, iyilerin, salih kimselerin bildirmesi ile anlamalıdır.

Bize karşı kötülük yapan zalimleri affetmek, onlara iyilik yapmak bir fazilettir. Fakat başkalarına zulmeden, Allahü teâlâya isyan edenlere ihsan edilmez. Çünkü zalime ihsan edince mazluma haksızlık edilmiş olur. Zalimlere, bid'at sahiplerine ve başkalarına zararı dokunan kimselerin günahlarını açığa vurmakta mahzur yoktur. Bazen gerekir.

Çocuk ateist mi doğar?
Sual: Bir ateist profesör diyor ki: (Ben doğduktan sonra anam ölmüş, zaten babamı hiç tanımıyorum. Kimsesiz büyüdüm. Çevremden hiç etkilenmedim. Kendi aklıma göre yetiştim ve ateist oldum. Bu da bana gösteriyor ki, her çocuk ateist olarak doğar. Sonra çevresi onu dindar yapar.)
Bunun bilimsel bir yönü var mıdır?
CEVAPBu, ilmî değil, indî bir yorumdur. Hristiyanlar da, (Çocuklar günahkâr doğar) diye, şarapla vaftiz yapıyorlar. Hâlbuki her çocuk, günahsız ve iyiliğe, güzelliğe elverişli olarak doğar. Sonra çevresi onu bozar. Çocuğun yetişme şekli çok önemlidir. Nasıl yetişirse öyle büyür, öyle yaşar. Kimi doğuştaki güzel fıtratını tamamen kaybeder, Ebu Cehil gibi kâfirliğine devam eder. Kiminin de, fıtratı yok olmaz, üzeri örtülür, İslamiyet’i görünce Hazret-i Ömer gibi sever ve böylece fıtratı meydana çıkar. Kâfirler içinde olduğu hâlde İslâmiyet'i kabul eder.

Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Her çocuk, İslam fıtratı üzerine doğar, yani Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Sonra bunları anaları babaları [ve çevresi], Yahudi, Hristiyan veya dinsiz yapar.) [Taberanî]

Demek ki annesi ölen ve babası bilinmeyen profesör, çevresindeki kötü insanların etkisinde kalarak doğuştaki güzel fıtratını kaybetmiş ve ateist olmuştur.

Yemek yedirmek ve ihsan


Hükümdar, elinden geldiği kadar bol yemek yedirmelidir. Peygamber efendimiz, (Allah’ın kullarına bol yemek yedirmek, saltanat ve idarenin ömrünü uzatır) ve (En iyiniz, yemek yedireninizdir) buyuruyor.

İnsan, ihsanın kuludur. Firavun, müsrif olmasına rağmen cömert de davranıyordu. Her gün 4.000 koyun, 400 sığır, 200 deve kestirir, bu oranda helva, tatlı, salata hazırlatır, bütün Mısır halkı ve ordu bu sofrada her gün yemek yerdi. Firavun, böyle sofra sayesinde 400 yıl yaşadı. Hazret-i Musa “Ya Rabbi, Firavunu helak et” diye dua etti. Hak teâlâ, Hazret-i Musa’ya buyurdu ki: “Suda helak edip onun bütün malını senin kavminin ve askerinin rızkı yapacağım”

Hazret-i Musa
, Allahü teâlânın vaadinin gerçekleşmesini beklemeye başladı. Fakat aradan birkaç yıl geçmesine rağmen, Firavun hep ayakta duruyor, o sapıklıkla zaman geçiriyordu. Hazret-i Musa, 40 gün oruç tuttuktan sonra Tur-i Sina’ya gitti; Hak teâlâya şöyle yalvardı:
- Ya Rabbi, Firavun ilahlık davasını bırakmıyor; onu ne zaman helak edeceksin?
Allahü teâlâ buyurdu ki:
-Ya Musa, senin için onu hemen helak etmem gerekiyor. Bir milyon insan için, helak etmemem gerekiyor. Herkes her gün onun nimetini yiyor; üstelik asayiş yerindedir. İzzet ve celâlim üzerine yemin ederim ki, benim kullarıma ekmeği ve nimeti bol olduğu müddetçe, ben onu helak etmem.- Ya Rabbi, vaadin ne zaman tahakkuk edecektir?
- Ya Musa, Firavun yemek ve nimeti halktan çektikçe, yemek vermeyi azalttıkça, ben de ömrünü azaltırım. Böylece çöküşü yakınlaşır.
Firavun, Hamana dedi ki:
- Musa, İsrailoğullarını kendi etrafında topladı, bizi rahatsız ediyor. Onunla işimizin, nereye varacağını bilmem. Şimdi, hazineyi ve zahire depolarını dolu tutmamız gerekiyor; çünkü, hiçbir vakit hazırlıksız olmayalım. Bu sebeple, mutfak tahsisatını ve sofrayı her gün azaltmak gerekir ki, rahat olalım. O malın yarısını zahire temini maksadıyla bir tarafa koymak, yarısını azaltmak gerekiyor.

Bunları öğrenen Hazret-i Musa, böylece Allahü teâlânın vaadinin gerçekleşmesinin yakın olduğunu anladı. Çünkü aşırı tasarruf, mülkün çökmesine alamettir. Firavun suda boğulduğu gün, mutfağında iki cılız koyun kesilmişti. Nereden nereye gelindi.

Allahü teâlâ, Hazret-i İbrahimi, yemek vermesinden ve misafir severliğinden dolayı övdü.

Hatim-i Tai 
de cömertliği ve misafir severliği yüzünden övülmüş, dillere destan olmuştur. Dünya durdukça, onun cömertliğinden bahsedilir. Hazret-i Ali, parası yokken, çok cömertlik yaptı. Allahü teâlâ onu Kur’an-ı kerimde övdü. Kıyamete kadar onun cömertliğinden, mertliğinden, cesurluğundan söz edilecektir.

Cömertlik ve yemek vermek en kıymetli işlerdendir. Hadis-i şeriflerde, (Allahü teâlâ, cömerde cömert davranır), (Cömerdin imanı kuvvetlidir) ve (En kıymetli amel, bir mümini; yemek yedirmek veya başka bir ihtiyacını görmek suretiyle sevindirmektir) buyuruldu.

Her gün yemek vermekte kusur etmemek gerekir. Dünyada isim yapmış herkes, bu şöhreti ekmek vermekten elde etmişlerdir.

Nankör ve cimrilerin kötülüğü iki cihanda söylenir. Hadis-i şerifte, (Cimri ve nankör olan Cennete girmez) buyuruldu.
 

Zulmün zararları




Nimet hakkını tanımayan, emniyet içinde olmanın ve rahatça yaşamanın kadrini bilmeyen, haddini aşanları cezalandırmak gerekir. Nimetin kadrini bilmek gerekir. Allahü teâlânın rızası ise, ihsan ile, adalet ile elde edilir. Halkın iyilik için yaptığı dua daim olunca, o mülk her gün genişler. Çünkü, Mülk, küfürle devam edebilir, zulümle devam etmez.

Yakub b. Leys
, Bâtınilere biat etti, Horasan ve Irak’ı aldı. Halifeyi öldürmek ve Abbasi hanedanını yok etmek için ordusuyla Bağdat’a geldi.

Yakub b. Leys’in isyanını öğrenen halife, onunla savaşa girdi. Yakub yenildi. Huzistana kaçtı. Orada tekrar asker toplayıp güçlendi. Halife, ona mektup yazıp, (Horasan ve Irak valiliğini sana vereyim, savaştan vaz geç) dedi. Yakub b. Leys, vazgeçmeyip Bağdat’a gelirken hastalanıp yolda öldü. Kardeşi Amr b. Leys, ordunun başına geçti. Halife, o da kardeşinin yolunu tutar endişesiyle korkuyordu. Gizlice Buhara’ya Emir İsmaile adam gönderdi. Şunları bildirdi:

Vakit geçirmeden git, Amr b. Leysin elinden mülkünü al. Irak, ve Horasan valiliğine sen daha fazla hak sahibisin. Bu mülk yıllardan beri babanızın idi. Buraları Yakub b. Leys gasbetmişti. Buraları alman için birkaç sebep vardır:

Birincisi
, hak senindir; İkincisi, iyi hal sahibisin, Üçüncüsü, benim rızam seninledir. Allahü teâlânın sana yardım edeceğinden şüphe etmiyorum. Asker ve silahının az olduğuna bakma. Çünkü, Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Allah’ın izni ile, ne kadar küçük topluluk, büyük topluluğa galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.) [Bekara 249]

Halifenin sözleri, son derece adil ve yüksek meziyetlere sahip olan Emir İsmail’e tesir etti. Amr b. Leys ile savaşa karar verdi. Askerlerini topladı. Hepsi 10 bini bulmuyordu. Atların çoğunun üzengileri ağaçtandı, on kişiden birinin kalkanı vardı. 20 kişiden biri zırhlı idi. 50 kişiden birinin mızrağı vardı.
Atsız olanlar zırhını sırtında taşıyordu. Kısacası böyle asker ve techizatla, her bakımdan kendilerinden daha üstün kuvvete sahip kimselerle savaşmak elbette çok zordu. Emir İsmail Ceyhundan geçti, Belhe geldi. Serahs ve Mervdeki Amr b. Leys’in adamları, Emir İsmail’in Buhara’dan geldiğini; tam bir ordu getirdiğini; şimdi yakınına geldiğini; memleket istediğini, vermezse savaş ederek zorla alacağını bildirdiler.

Amr b. Leys, Nişapur’da idi. 70.000 atlı ve binlerce piyade askeri vardı. Atları zırhlı, silahlı, tam teçhizatlı idi. Emir İsmailin silahsız bir avuç askerini bir anda tepeleyip geçmek istiyordu.

Bu kadar kuvvetli olmasına rağmen yenildi. 70 bin atlının hepsi kaçtı. Amr b. Leys’in sağ kalan diğer bütün askerleri yakalandı. Amr da teslim oldu.

Emir İsmail
, kuvvetine güvenerek mağlup düşen Amr b. Leys’e (Üzülme seni halifeden isteyeceğim. Bütün malım gitse de, sana zarar gelmesini istemem) diye haber gönderdi.

Amr b. Leys
, Emir İsmaile bir tuzak kurmak için şu cevabı yolladı:
(Bu zincirden asla kurtulamam. Ben artık yaşama hakkını kaybettim. Halife ölümümden başka şeyden memnun olmaz. Beni sen yenmedin; dindarlığın, iyi insan oluşun ve Halifenin benden memnuniyetsizliği yendi. Allahü teâlâ, bu memleketi benden geri aldı, sana verdi; sen elbette buna layıksın. Ben şimdi senin için iyilikten başka bir şey dilemem. Biliyorum ki, hazinen yok. Benim birçok hazinem vardır. Hepsinin listesi yanımdadır. Hepsini sana bağışladım.)
Hazine defterini de Emir İsmail’e gönderdi.

Emir İsmail
, bu sinsi teklife, (Amr, aşırı zekilikle beni tuzağa düşürüp ebedi belaya sokmak istiyor) dedi. Hazine defterini geri gönderip şunu yazdı:
(Hani bana iyilik etmek istiyordunuz? Bundan daha şiddetli kötülük olur mu? Toplamış olduğunuz bunca zulmü, benim boynuma yıkmak istiyorsunuz. Böylece beni de kendi akıbetine maruz bırakacaksın.

Biliyorum ki kendinize ait servetiniz yoktur. Babanız bakırcı idi. Siz de bakırcılıkla uğraşıyordunuz. Hazinenizin hepsi yetimlerin ve dul kadınların idi, ki zulümle, baskı ile topladınız.

Şimdi kirli parayı, hile ve kurnazlıkla benim boynuma yüklemek istiyorsunuz. Beni de kendi akıbetine düşürmek için bir tuzak kurmuşsunuz. Zulüm payidar olmaz. Ben böyle kirli serveti istemem. Kıyamette onun hesabını verinceye kadar sakla. Ahirette yetimler, dul kadınlar, garipler, servet sahipleri sizden davacı olunca, Ben İsmail’e teslim ettim, ondan isteyiniz diyeceksiniz değil mi? Allah’tan korkarım. Bu vebalin altına giremem.)

İşte hakiki sultan böyle olur.

Tedbirli olmak



Sakınılması gereken her şeyde işi sağlam tutmayı elden bırakmamalıdır! Eğer sakınılması gereken şeylerin zararından kurtulursan, sakınmış olman sana hiçbir zarar ve eksiklik getirmez. Ama tedbir ve sakınmayı terk etmesiyle ortaya çıkan zararlardan kişiye eksiklik gelir. İşi sağlam tutmanın en ileri derecesi, bütün insanlara peşinen güvenmemek ve bazı ihtimallere yer ayırarak hareket etmektir.
İdareci; yardımcıları arasına yalancı, sahtekâr ve düzenbazları karıştırmamalıdır. Yalancının her işi yalan olur. Kötü kişiler de tabiatları gereğince bu çirkin hallerini terk edemez. Böylelerinin, idareye alınması büyük tehlikeler doğurur.

Yalancı ve kötü kişilerin ıslahı mümkün olmayacak kadar zordur. Bunlar maymuna benzer. Maymun güzelleşsin diye ne kadar iyi bakılsa, çirkinliği o kadar artar!

İdareye sızmış olan kötü kişiler de bunun gibidir. Ne kadar terbiye edilirse edilsinler fayda vermez, kötülükleri ve yalancılıkları daha da artar.

Elemanların maaşı, ne çok az, ne de çok fazla olmamalıdır. Çünkü çoğu şımartır; azı düşmanlık doğurur.
Tehlikeye sebebiyet veren üç şey:
1- İdarecinin nefsani arzusunun aklına galip gelmesi.
2- Yardımcıların birbirini çekememesi. Çünkü haset, değişik görüşlere sebep olur. Yani birinin görüşü, doğru olsa da, sırf haset yüzünden kabul görmez.
3- Elemanların hizmetten yüz çevirmeleri.

Hazret-i Osman, Mısırlı fellahlar tarafından kuşatılınca: “Bir sadık dost, kuşatmanın sebebini açıklasa!” der. Ensar’dan bir zat, “Ey müminlerin emiri! Ben açıklayayım. Sizin millete tam güveniniz, yumuşaklığınız, aşırı müsamahanız, isyancılara cüret verdi.

Fitneyi uyandırıp isyana sürükleyen iki sebep vardır:
1- İleri gelenlerin idareye kinleri.
2- Herkese karşı yumuşak davranılması.”

Hizmetkârlardan biri, takdire layık bir hizmet yaptığı zaman, anında takdir görmesi ve onun semeresinin kendisine ulaşması lazımdır. Zaruretsiz kusur işleyen kimseye kabahati nispetinde ceza vermek lazımdır ki, hizmete rağbet artsın.

Tahsildarların halinden gafil olunmamalıdır. Tâ ki, uygunsuz iş yapar veya müşteriden fazla bir şey alırsa, geri almalı; müşteriye zulmeden memurun da işine son verilmelidir. Böylece cihan mamur kalır; padişah uzun ömürlü olur; hazine dolu kalır ve bu iş, öteki memurların zulüm yapmamalarına bir ders olur.

Yaşlı ve tecrübelilere hürmet etmek, herbirini uygun bir makama yerleştirmek lazımdır. Yükselen kimseler, o makama gelinceye kadar, çeşitli tecrübelerden geçmiş ve birçok sıkıntı çekmiş olmalıdır. Sıkıntı çekmemiş ve tecrübesi olmayan kimselerin yüksek makamlara gelmesi isabetli olmaz.

Hata yapan eleman, herkesin gözü önünde azarlanırsa haysiyet kırıcı olur. Artık ne kadar iyilik edersen et, o kırgınlığı telafi etmek mümkün olmaz. Hata yapan elemanı, gizlice çağırmalı, “şunu yaptın, biz kendi yükselttiğimizi alçaltmamak için seni affettik. Bundan sonra dikkat et” demek daha uygun olur.

Yönetilenler



İdare altındakiler üç sınıfa ayrılır:
1. Sınıf: Akıllı, dindar ve fazilet sahibidir, idarecinin başarılı olması için, karşılaştığı güçlüklerin çözümlenmesinde daima ona yardımcı olurlar. Muvaffakiyeti için Cenab-ı Hakka dua edip mutluluğunu isterler. Bunlara güler yüz göstermeli, sözlerine kulak vermeli ve iltifat etmelidir.

2. Sınıf: 
Bunlar, bazen hayra, bazen de kötülüğe meyleder. Yani tabiatları iyiliği de kötülüğü de yapmaya müsaittir. Böyle kimseleri, iyiliğe meylettikleri zaman teşvik, kötülüğe yönelince de azarlamak ve korkutmak lazım gelir.

3. Sınıf: 
Bunlar adi ve sefil kişilerdir. Her davete koşarlar. Nereden bir şey görse o tarafa meylederler, iradeleri zayıftır, herkese uyarlar.

Bunlar, ümitsizlik vermeyecek derecede korkutulmalı ve ifrata varmayacak kadar cezalandırılmalıdır.
İdarecinin; anlayış-zeka, meselelere çözüm bulma kuvveti, elemanları, sağlam bina gibi de olsa yine de bunlara güvenerek bir umursamazlığa düşmesi doğru olmaz.

İdareci, işleri bu minval üzere yürütürken henüz ortaya çıkmamış olan fakat meydana gelmesi muhtemel olan meseleler için de daima tedbirli olmalıdır. Yani olması muhtemel işler hakkında da tedbirli olmak; güç durumların çıkabileceğini de unutmamak gerekir.

İstişare toplantısı



İstişare toplantısında tartışılan görüşün, çeşitli yorumları ileri sürüldükten, tam bir incelemeden geçtikten ve doğruluğu kesinlik kazandıktan sonra idareci, onu zamanında uygulama alanına koymalıdır.

Şunlar idarecinin düzensizliğine delildir:
1- İdari işleri bilmeyen, tecrübesiz gençlere yetki verip önemli mevkilere getirmesi.
2- Dostlarına eziyet etmesi.
3- Ücrette adaletten ayrılması.
4- Tayinlerin, nefse uyup hissi sebeplerle yapılması.
5- Yol gösteren akıllı kişilerin küçük görülmesi.

İdareci, şu 8 şeye benzemeye çalışmalıdır: Yağmur, Güneş, Ay, Rüzgar, Ateş, Su, Toprak, Ölüm.

Yağmur
, yağıp yüksek ve alçaklarda bulunan bitkilere bir sene yetecek kadar gıda verir ve gelişmesine yardımcı olur.
İdareci de, herkese mevkisine göre bir senede geçimini sağlayabilecek ücreti vermelidir.

Güneş
, aylarca sıcaklığını sürdürüp yeryüzünde bulunan rutubeti çektiği gibi, idareci de, elemanlardaki sıkıntıları izale etmeye çalışmalıdır.

Ay
, uzak-yakın herkesi ışığı ile aydınlattığı gibi, idareci de uzak-yakın herkese ışığını saçmalı, sırf seçkinlere ait kılmayıp, ay gibi cömert ve feyizli ışıklarını, adalet ve keremini cömertçe herkese yaymalı, adalet aydınlığından kimseyi mahrum bırakmamalıdır.

Rüzgar
, esintisiyle, her tarafı tesiri altına alırsa, idareci de; güzel tedbirleriyle doğru, güvenilir adamlarının istihbaratı ile bütün görevlilerin hareket tarzları hakkında tam olarak bilgi edinmeli, bunlardan hiçbirini ihmal etmemelidir.

Ateş
, dikenli ve zararlı maddeleri yakıp yok ederse, idareci de, idarenin huzurunu kaçıran fesatçıları, bozguncuları, idarenin adalet kılıcının ateşiyle yakıp-gidermeli, diğer elemanları bunların zararından kurtarmalıdır.

Su
, akarken kendine itaat edip yumuşaklık gösterenlere karşı yumuşaklık gösterip; şiddet ve sertlikle yolunu kesip set kuranların üzerlerine de aynı sertlikle kükreyip nice bentleri yıkarak ağaçları söktüğü gibi; idareci de itaatkâr ve saygılı olanlara yumuşak davranmalı, idareye karşı gelenlere ise şiddet gösterip, idarenin düşmanlarını yavaş yavaş çoğalan bir sel gibi günbegün yüklediği ağır yükler ve azarlamalarla susturmalıdır.

Toprak
, içine ne gömülse, üzerine ne kadar ağır yük konsa, taşıyıp tahammül ettiği gibi, idareci de sırlarını gömmeli ve kötü işlere tahammül göstermelidir.

Ölüm
, nasıl ki ansızın ortaya çıkar, dünyanın geçici lezzetlerine dalmış olan gafilleri yakalar, üstelik rica ve rüşvet gibi bir şey de kabul etmeyerek ruhunu alıp bir dakikalık zaman vermezse, idareci de; idarenin düşmanlarını veya bozguncuları yola getirmek için, ansızın yakalamalı, hiçbir şekilde kaçmalarına müsamaha göstermemelidir.

İdareci, personelden ölmüş olanların geride kalanları ile de ilgilenmelidir.

İki müdür arasında itişip-kakışma olmuşsa, idareci bunları birbirinden ayırmalı ve uzaklaştırmalıdır. Çünkü aralarına düşmanlık girmiş iki idareciden hakkaniyet üzere hizmet umulmadığı gibi, bazen de bir fitnenin çıkmasına sebep olabilir.

Nitekim bahçe sahibi birbirine yakın olan dalları birbirine geçmeye başlayınca o kısımları kesip temizler. Eğer temizlenmezse, ağaçlar gittikçe verimsizleşir, meyve vermez, kurur.

Danışmanın vasıfları



Danışmanlık yapacak kişilerde şu vasıflar aranmalıdır:
1- Anlayışlı ve zeki olmak.
2- Güvenilir olmak.
3- Doğru sözlü olmak.
4- Menfaat peşinde koşmamak.
5- İstişare edilen kişilerle diğer personel arasında düşmanlık olmamak.
6- Geçici arzuları uğrunda koşanlardan olmamak.
7- Kültür ve yetenekleri ile seçkinler arasına yükselmiş kişilerden olmak.

İdareciye yakışan tutum şudur:
Bir insan danışma meclisinde bir fikir ortaya atınca, idareci, mücerret kalıbı ve ifadesi ile hemen onu uygulamamalı, o görüş, toplantıdakilerin hepsi tarafından anlaşılıp, netice düşünüldükten ve gerekli inceleme ve araştırma yapıldıktan sonra uygulanmalıdır.

Üzerinde hiçbir inceleme yapmadan ileriye sürülen fikirleri derhal tatbik etmek, birçok bakımdan mahzurludur. En zayıf görüş, hemen kalbe doğuveren görüştür. En değerli görüş, kalbe doğduktan sonra üzerinde çeşitli inceleme ve yorumlar yapılarak kesin bilgi ile kuvvetlenendir.

İdarecinin vasıfları



İdareci için çok önemli ve değerli hasletlerden bazıları şöyle:
Adaletli, akıllı, cesur, cömert, yumuşak huylu, vefalı, şefkat ve merhametli, sabırlı, affedici, şükredici, itidalli, bilgili, namuslu ve vakarlı olmak.

Adalet: 
İdarecide bulunması gereken özelliklerin en değerlisi adalettir. Adalete, iyiliğe itaate sebeptir ve ülfeti doğurur. Çalışanların mutluluğu ve huzuru, idarecinin, düzenli olması derecesine göredir. İdare iyi ise elemanlar da iyi olur. İdareci, elemanların durumlarını iyi takip etmeli, hak ettikleri ücretleri, işlerine ve seviyelerine uygun olarak zamanında ödemelidir! Yoksa hizipleşme baş gösterir.

Akıl: 
Akıl sayesinde kişi; hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden ayırır, yanlış karar vermez. Bir olayın meydana gelmesinden sonra savunma tedbiri alana akıllı denmez. Akıllı kişi, olay meydana gelmeden çare ve çözüm arayandır.

Cesaret: 
Cesur idareci, şirketini kem gözlerden korur, bekçiliğini iyi şekilde yapar. Aynı zamanda idaresi altındakileri de her türlü haksızlıktan korumuş olur.

Cömertlik: 
Hulefa-i Raşidin, ihtiyaçlarını arz edenleri dine uygun olarak sevindirirler, herkesin durumuna uygun gerekli iyilik ve ihsanda bulunurlardı.

Yumuşaklık: 
Yumuşaklık güzel vasıflardandır.
Normal yemek şifa ve gıda, tıka basa yemek hastalığa sebep olduğu gibi, sert davranış ve şiddet; dostları, düşman eder.

İdareci için her yerde ve her işte yumuşaklık göstermek uygun olmayabilir. Bunun için âmir durumunda olanlara daima yumuşak davranmalıdır!

Bozguncu tabakadakilere genel olarak sertlik de göstermek gerekir. Alt tabakadakilere de yerine göre sertlik yerine göre yumuşaklık gösterilir. Onun için “Suçlulara şiddet göstermek, seçkin ve dürüstlere de yumuşak davranmak lazımdır” denmiştir.

Büzür Cumhura “Bir hükümdar nasıl başarılı olur?” demişler. O da şöyle cevap vermiş:
“İyilere, ileri gelen seçkinlere samimiyet ve dostluk göstermek, halka sevgisini açıklayıp onları kendisine bağlamak fakat, biraz korku da verip tesirli bir davranış göstermek, adi kimseleri ise gerçekten korkutmak suretiyle hükümdar başarılı olur.”

Vefa: 
Vefa, ömür boyu ve öldükten sonra da sevgiyi devam ettirmektir. Peygamber efendimiz (Ahde vefa dindendir) buyurdu. (Hakim)

Doğruluk: 
Yalancılık ne kadar kötüyse, doğruluk da o kadar iyidir. (Doğru konuşan, doğrulukla iş yapan kâmil insandır) buyurulmuştur.

İslamiyet’in üç temel direği hak, adalet ve sadakat, yani doğruluktur. Her işin nizam ve intizamı doğruluk iledir.

Şefkat ve merhamet: 
İdareci herkesten daha çok şefkatli ve merhametli olmalıdır. Çünkü hadis-i şerifte, (Halka merhamet etmeyene, Hak merhamet etmez) buyuruldu. (Taberani)

Sabır: 
Sabretmek, kurtuluşa sebep olan güzel huylardandır. Sabır, peygamberlerin hasletlerindendir. Sabır, acı ise de meyvesi tatlıdır.

Affetmek: 
Yalan söyleyerek özür dileyeni bile affetmek müstehaptır. Affetmek çok faziletlidir. Hadis-i şerifte (Affedin ki affedilesiniz) buyuruldu. (İ. Ahmed)

Şükür: 
Şükür, her nimetin Allahü teâlâdan geldiğini bilip dil ile de hamd etmektir. Allahü teâlânın emirlerini yapıp yasak ettiklerinden sakınmak şükretmek olur. İnsanların hidayeti için çalışmak şükür sayılır.

Aceleden kaçmak: 
Ceza vermekte acele etmemeli, affa uğrama imkanı doğabilir. Mükafat vermekte acele etmek fertlerin itaatlerini kuvvetlendirir.

Ağırbaşlılık: 
Normal işlerde ağırbaşlı olmak ve yavaş hareket etmek. Çünkü normal işlerde yavaş olmak, emin adımlarla yürümeyi sağlar.

Namuslu olmak: 
Kötü söz ve işten uzak olmaktır.

Vakar: 
İdarecinin vakarı, heybeti düşmanları korkutur, eşkıyayı sindirir, saygı duymaya sebep olur.

Çirkin huylarİdareci de, yardımcıları da çirkin huylardan uzak olmalıdır. Çirkin huylardan on beşi şunlardır: Zulüm, Bilgisizlik, Cimrilik, İsraf, Sözünde durmamak. Yalancılık, Gıybet, Hiddet, Kibir, Büyüklenmek, Haset, Acelecilik, Şaka, Lüzumsuz gülmek, Ahdi bozmak. İdareciyi perişan eden üç hastalık: Keder, üzüntü, şuursuzluk. İdareci, cahillerden uzak durmalıdır. Peki cahil nasıl bilinir?
Şu vasıflara haiz olanın cahil olduğu anlaşılır:
1- Düşüp kalktığı arkadaşına zulmeder.
2- Kendinden aşağı olanın hakkını çiğner.
3- Düşünmeden konuşur.
4- Üstünlük sezdiği kişiden yüz çevirir.
5- Hep üstün olanlara bakıp galip gelmek ister.

Cahil olan da bilgisiz olur. Şu altı şey de cahilin bilgisizliğine delil sayılır:
1- Her şeye çabucak hiddetlenir.
2- Faydasız söz söyler.
3- Hak etmeyen kişilere bağışta bulunur.
4- Sırrını yayar.
5- Herkesi güvenilir sanıp itimat eder.
6- Dostunu, düşmanını ayırt etmez.

Kisra’nın cevabıRum Kayseri, “İdaren altındaki ülkeni nasıl düzenli yürütüyorsun?” diye Kisra’ya sorar.
Kisra da şöyle cevap verir:
(Ülkemi sekiz şeyle ayakta tutmaktayım:
1- Ciddi konuşurken de, şaka yaparken de yalan söylemem.
2- Vaat ettiğim iyiliğin ve yaptığım tehdidin yerine getirilmesinden asla vazgeçmem.
İyilik vaat ettimse sözümde dururum. Ceza vereceğimi söylemişsem, bunu da uygularım.
3- İşleri yürütürken güçlükten yılmam, oyun ve eğlenceye dalmam.
4- Hiddet ve kızgınlığımın etkisinde kalıp hiç kimseye ceza vermem. Her suçluya terbiye için hak ettiği cezayı veririm.
5- Halka, şiddet ve zulüm göstermeyerek, kendimi sevdiririm.
6- Kin ve öfkemi karıştırmadan, idarem altındakilere devlet idaresine karşı saygılı olmalarını aşılarım.
7- Halkımın ihtiyaçlarını karşılamakta fedakârlıktan çekinmem, israf da etmem. Daha müreffeh bir seviyeye ulaşmaları için gayret gösteririm.
8- Gereksiz harcamalardan, birbirlerinin hakkını yemekten herkesi men ederim.)

Öfkeyi yenmekHiddetli ortamı değiştirmek ve kızgınlık alevlerini söndürmek, beş şeyle mümkündür:
1- Böyle bir zamanda Cenab-ı Hakkın isimlerini zikretmek. Çünkü Allah’ı anmak, Allah’tan korkmaya sebep olur. Allah korkusu da taat ve af gibi güzel hasletlerin gelişmesini sağlar. Böylece, Allah’ı anmakla, hiddetin ateşi sakinleşip söner.

2- 
Suçluyu affetmenin ve bağışlamanın sevap olduğunu hatırlamalıdır.
Bu hatırlayış kişiyi sevaba sevk eder, suçluları bağışlayanlara Cenab-ı Hakkın vaat ettiği Cennet nimetlerini elde etmeye sürükler, kızgınlığı giderir; serkeş nefsi kahrederek sahibini, huzurlu bir ortama doğru iter.

3- 
Kızgınlığını giderip, yumuşaklık göstererek affedici olursa, insanların, kendisine sevgi besleyeceğini hatırlamak.
Bu takdirde insanların sevgisini elde etmek ve onlar arasında saygıdeğer bir kişi olmak ideali, hiddet halinin gitmesine sebep olabilir.

4- 
Kızgınlık zamanındaki halden başka bir hale geçmek. Mesela otururken kalkıp gitmek gibi.
Halife Memun hiddetlenince, derhal orayı terk ederek hiddetini yenmeye çalışırdı!

5- 
Kızgınlığın sonunda doğacak acı pişmanlığı, intikamın çirkinliğini ve kolaylıkla giderilemeyecek acı sonuçlar doğuracağını düşünmek.

İdareciler, bu beş hususu, sakin zamanlarında düşünüp benimserlerse, hiddet zamanlarında bu halin vereceği zararı düşünürler de böylece öfke, kin ve intikamda aşırılıktan kendilerini korumaları mümkün olabilir.

Şaka ve Alay(Her şeyin bir tohumu vardır. Düşmanlığın tohumu da şaka ve alaydır) derler. Ebul-Feth-i Besti der ki:
(Bir iş yaparken içine bıkkınlık gelir, ağırlık çökerse o zaman o yaptığın şeyi, bir müddet terk et, kendini dinlendir, azıcık şakalaş, bu suretle kendini biraz neşelendir. Fakat şakalaşmayı o derece ayarla ki, yemeğe atılan tuz gibi olsun. Yani yemeğe atılan tuz, çok olunca yemeğin hakiki lezzetini nasıl giderirse, şaka da aynı durumdadır. Fazlası zararlıdır. Gayet az olursa gönlümüzün neşesi yerine gelmez. Şaka, gönlümüzdeki donukluğu ve o işe karşı doğan bıkkınlığı giderecek kadar olmalıdır.)

Said bin As, oğluna der ki:
“Ey oğul, az şaka yap! Çünkü mizahın gereğinden fazlası, insanın değerlerini giderir ve kötüleri, aleyhine cesaretlendirir.

Şakayı tamamen terk etmek de dost ve sevdiklerinin buğzetmesine ve samimiyetin kesilmesine yol açar.

Buna göre dostlarına, arkadaşlarına karşı sohbet, ülfet ve medeni münasebetleri devam ettirmeye sebep olacak vasıftaki şakayı terk etme, lakin bu sınırı aşmaktan da daima sakın!
Çok gülmek de, çok şaka yapmak gibi zararlıdır, makbul değildir.

Özellikle idareciler için çok gülmek münasip değildir. Çünkü çok gülmek, kişilerin heybet ve vakarlarını giderir, edebini azaltır. Şunlara önem ver:
1- Sonunda güçlükler bekleyen işlerin başlangıcında görünen kolaylığa aldanma!
2- Yerine getiremeyeceğin şeyi vaat etme!
3- Ansızın karşına çıkıverecek işlere karşı dikkatli ol! Yani nice işler var ki, karşına ansızın çıkıverir. Daima dikkatli ve basiretli ol!
4- Ceza ve mükafatları zamanında ver! Bu hususta ihmalkâr davranma... Çünkü ihmalkâr davranmak, bu hususlarda bazı engellerin meydana çıkmasına sebep olabilir.
5- Söz verince sözünde dur, sözünde durmamaktan sakın, vaat ettiğin şeyi yerine getir! Çünkü sözünde durmamak ve vaat ettiğini yapmamak, idareciyi helake götürür.”

Danışarak iş yapmak Bir iş yaparken ehline sormaya "meşveret" veya "istişare" denir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Yapacağın işi önce meşveret et!) buyuruluyor. (Al-i İmran 159)

İyi kimseler, büyük zatlar övülürken de (İstişare ederek iş yaparlar) buyuruluyor. (Şura 38)

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İstişare etmek, pişmanlığa karşı kaledir.) [İ.Maverdi]

(Danışan pişman olmaz. İnsanı pişman eden, kendi görüşündeki ısrardır.) [İ.Maverdi]

(İstihare eden kimse mahrum kalmaz, istişare eden pişman olmaz. İktisat eden darlık çekmez.) 
[Taberani]

(Bir iş yapmak isteyen, o işi müslüman biriyle istişare ederse, Allahü teâlâ, o işin en güzelini ona nasip eder.)
 [Taberani]

Kimlere danışmalı? Hazret-i Âdem, “İşlerinizi istişare ile yapın. Eğer ben, yasak meyve konusunda meleklerle istişare etseydim, musibete maruz kalmazdım” buyuruyor. Herkesle istişare edilmez. İstişare edilecek kimsede şu vasıflar bulunmalıdır:

1- Akıllı olmalıdır!

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Akıllıya danışıp onu dinleyen, doğruyu bulur, dinlemeyen pişman olur.) [İ.Maverdi]

Dost olsa da cahille istişare etmekten sakınmalı, kendini beğenenden de uzak durmalıdır!

2- Tecrübeli, işinin ehli olmalıdır!

Çünkü, her şey akla, akıl da tecrübeye muhtaçtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Tedbirli kimse, işinin ehli olana danışıp, ona göre hareket eder.) [Ebu Davud]

(Hazret-i Lokman Hakim de, oğluna buyurdu ki: “Yapacağın işi, daha önce bunu denemiş, tecrübeli kimselere danış! Çünkü onlar, kendilerine pahalıya mal olmuş doğru görüşleri sana bedava verirler.”)
 [İ. Maverdi]

3- İlim sahibi ve salih olmalıdır!

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âlim ve abidlerinizle istişare edin! Kendi düşüncenize göre hareket etmeyin!) [Taberani]

Hazret-i Ömer, (Allah’tan korkanlarla istişare edin) buyurdu.

(Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bulamadığımız bir şey olursa ne yapacağız?)
 diye Peygamber efendimize sorulunca cevaben buyurdu ki: (O işi, salih olan âlimlerle istişare edin!) [Taberani]

4- Dost olmalıdır!

Dost olmayan kimseler, yanlış bilgi verebilir.

5-
 Fikri kuvvetli, sıhhatli olmalıdır!
Fikri dağınık, kaygılı kimselerin görüşü isabetli olmaz.

Danışılacak kimsenin, insanların hâlini, zamanın ve ülkenin şartlarını bilmesi gerekir. Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören ve hatta sıhhati yerinde olan kimselerle istişare edilir. Böyle vasıflara haiz olmayan kimselerle istişare etmek günah olur. Peygamber efendimiz eshabı ile istişare eder, bazen bir iş için, akıl, takva, hikmet ve tecrübe sahibi on kişiye danışırdı. Bir işi, bu beş vasıftaki on kişiye danışarak yapmaya çalışmalıdır.

Danışılan kimse
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İstişare edilen, güvenilen kimsedir, kendisine layık gördüğünü ancak başkasına tavsiye eder.) [Taberani]

(Danışana bilerek yalan söyleyen ona hıyanet etmiş olur.) 
[İbni Cerir]

(Danışılan, güvenilir kimsedir. Biliyorsa söyler, bilmiyorsa sükut eder.) [Kudai]

(Danışan yardıma kavuşur. İstişare edilen emindir.) [Askeri]

Yani onun doğru söyleyeceğine ve sorulanı başkalarından gizleyeceğine emin olduğu kimseye danışır. Danışılan kimse, insanların hâlini, zamanın ve ülkenin şartlarını bilmelidir! Buna "siyaset bilgisi!" denir.
Bu vasıfları bulunmayan kimseye danışılması ve onun da cevap vermesi günah olur.

Bilmeyenin "Bilmiyorum" demesi ilimden olup büyük fazilettir. (Berika)
İstişare ile yapılan iş, hatalı görünse de, sormadan yapılandan üstündür.

Kendi görüşünde direnen kişi bir başka fikre muhtaç olmaktan kendisini hiçbir vakit kurtaramaz.

Danışma yolunu benimseyen kişi ise helakten korunmuş olur.

Hikmet ehli buyuruyor ki:
“İstişare, doğru yolu bulmanın tâ kendisidir! Her kim ki, kendi görüşünü beğenip başkası ile istişareye muhtaç olmadığını düşünse ve müşavereye lüzum görmese elbette yapacağı işte hata meydana gelir.”

İşlerinde güçlükle karşılaşırsan akıllı kişilerin görüşlerine müracaat et. İstişareden kaçınma!

Kendi görüşünle baş başa kalıp pişmanlık duymaktan elbette daha çok iyidir.

İdarecinin, kendileri ile istişare edilecek kişilerin hepsi ile bir araya gelerek mi, yoksa herbiri ile ayrı ayrı mı istişare etmesi daha uygundur?

İstişare şekliArap, Fars ve Hind hükümdarları toplu danışmayı, yani hep bir araya gelerek istişare olunmasını tercih etmişler, “Topluca bir araya gelinerek istişare olunmalıdır. Çünkü herkes kendi görüşünü açıklar.

Karşılıklı itiraz, tenkit ve tartışmalar olur. İddialar ispat edilir. Ve en isabetli olan görüş herkesin oybirliği ile kabul edilir. Böyle istişare genellikle hatadan uzak kalır” demişlerdir.

Rum ve Mısır hükümdarları ise münferit olan danışmayı tercih etmişler, “Tek başına olan kişi mesele hakkında zihninde beliren çözüm şeklini, hiçbir etki altında kalmadan ortaya koyar. Böylece ayrı ayrı bütün danışmanların kendine has görüşleri, idareci tarafından alınmış olur. Halbuki toplu danışmada kişilerden birinin ortaya attığı fikir, diğer kişileri etkisi altında bırakır ve ötekilerin ona uyma ihtimali belirir. Bu suretle herkesin o meseleye ait fikrinin ortaya çıkması imkanı kalmaz” demişlerdir.

Türk hakanları ise, duruma göre hareket edilmesini tercih etmişler, “önce, teker teker herkesin görüşünü almalı, sonra da hepsini toplayarak birlikte istişare olunmalıdır” demişlerdir.

İdare, bir bahçeye benzer. Bahçe sahibi gece gündüz o bahçenin bakımına, geliştirilmesine ne kadar dikkat ederse ve bu ne derece gerekli ise idarenin devamlı bir şekilde terbiyesine dikkat etmek gerekir. Bahçe sahibi, bahçede meydana gelen işe yaramaz dikenleri, çalıları ayıklar; bunları bahçenin etrafını çeviren sınıra, duvarlara yerleştirir. Böylece bahçedeki zararlı ot ve dikenler temizlenerek mahsulün verimli olmalarına sebep olur. Ayrıca dışarıdan gireceklere mani olur.
 

İdarecilik otoritesi


İdarecilik otoritesi üçe ayrılır:
1- İdareciliğin otoritesinin halk arasındaki heybet, kuvvet ve saygısı.
2- Müstakil olarak işlerin çözümüne girişebilme ve intizam getirme özelliği.
3- İdare kuvveti.

Bunların en değerlisi idare kuvvetidir. Kolayca çözümlenemeyen işlerde yumuşaklık ve sabırdan daha tesirlisi yoktur. Bu gibi işlerde acele davranmak faydasızdır. Hatta kuvvet zayıflığa dönüşür. Su, her şeyden yumuşaktır. Kuvvetli bir kişi, akan bir suyu kesip engelliyemez. Ama acele etmeyerek, bir set yaparsa, suyun akmasına engel olur.

Başka bir misal: Kuvvetli bir fil bir dağı yarmak için dişlerini vursa dağa zarar gelmez. Fakat filin dişleri kırılır. Halbuki file göre çok zayıf olan insan ağırbaşlılıkla, çeşitli çareleri deneyerek dağı deler.

İdareci, para işlerini gayet güvenilir, emin kişilere vermeli, israftan, lüzumsuz yere aşırı harcamalardan kaçınmalı, haklı alanda harcamalı; hakkı olmayana ve gerekmeyen yere harcamaktan sakınmalıdır! Hasılı; para konusunda çok tedbirli olmalı, hakkı olmayana bir şey vermemeli, ama hakkı olanı yerinde ve anında sevindirmelidir!

Farslı bir hükümdar, altından birkaç direk yaptırıp hazineye koymuştu. Görevliler bu direkler üzerinde otururlardı. Bu durum, memleket halkının gözlerinde ve düşman ülkelerin gözünde hükümdarın değerinin ve şanının artmasına sebep olmuştu. Zamanla devlet, hükümdarın torununa kalmıştı. Torunu, çok müsrif idi. Hazineyi gereksiz yerlerde harcadı. Hatta dedesinin yaptırdığı altın direkleri de eritip harcamak istedi. Ancak direklerin içinin kum dolu olduğu görüldü.

Direklerin bu sırrı yayılınca, devletin zayıflamasına, düşmanlarının cesaret kazanmasına sebep oldu.
Şu halde, düşmanların ve rakiplerin gözünde büyük görünecek tedbirler almalıdır. Bir kurumun varlığını devam ettirmesi, şu üç şeye bağlıdır:

Olaylara yerinde ve zamanında tedbir alabilen akıllı bir yardımcı, para ve adalet.

Bir idareci diyor ki: “Emirlerimde ciddi olarak durdum. İdarem altındaki fertlerin kalbine, kin ve düşmanlık karışmamış bir saygı ve heybet yerleştirdim. Yalan ve hilesiz bir sevgi yeşerttim. Elemanların ücretlerini tatminkâr bir derecede tuttum. Böylece kurumum bu seviyeye yükseldi.

Yardımcının özelliği



İdarecinin yardımcısında bulunması gereken özelliklerden bazıları şunlardır:

1- İlim
Bilenle bilmeyen bir olmaz.

2- Tecrübe
Tecrübelerle dolu bir yaş seviyesine gelen kişi; iki yüzlü çıkarcıları uzun tecrübelerinin doğurduğu sezişle kolayca teşhis eder, idare mekanizmasına ahlaksızları karıştırmaz.

3- Güvenilir olmak
Bu özellik hıyanet yapmaması için şarttır.

4- Doğru sözlü olmak
Bu, güvenilir olması, sözünde durması için aranır.

5- Hırstan uzak olmak
Bu da yanılıp rüşvete yönelmemesi için gereklidir.

6- Kin tutmamak
Kin, adalete, şefkate manidir. İdareci ise adaletli, şefkatli olmalıdır!

7- Verilen işleri unutmamak
Unutulursa büyük zararlar doğar.

8- Anlayışlı olmak
Doğruyu, eğriyi fark edip karıştırmamalı.

9- Hislerine esir olmamak
Bu durum, aklı bulandırır, hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı ayırt edemez duruma getirir.

10- Mali işleri iyi bilmek

İdarecide bu on özellik varsa işler düzenli olarak yürür. Biri eksikse, işler o ölçüde noksan ve çürük yürür.

Tecrübeli bir idareci diyor ki:
Kendime bir yardımcı isterim ki; beğenilen ve hayırlı hasletleri olsun, terbiyeli, güzel ahlaklı, kendine verilen sırlara sahip olsun, mesuliyetindeki emanetlere riayet etsin. Yumuşak huylu olsun. İlimle düşünsün ve konuşsun, en küçük işareti bile anlasın. Akıllılar gibi alçak gönüllü, fakihler gibi anlayışlı, her işinde ağırbaşlı olsun! Kendine ihsanda bulunulunca teşekkür etsin. Sıkıntı verilince sabretsin.
Pişmanlık doğuracak şeyler peşinde koşmasın! Tatlı dil ve inandırıcı sözlerle devlet adamlarını kendine çekip bağlasın. Halife Memun’un veziri Fazıl, ülkenin çeşitli yerlerine gönderdiği adamlarına derdi ki: “Halktan duyduklarınızı gelip bana söyleyin”

Böylece getirilen bilgiye göre halkın beğenip iyi gördüklerini yapar, beğenmediklerini terk ederdi.

İdareciliğin Temeli


İlmi istemek, ilmin peşinde çok koşmak idareciliğin temelidir. Temeli olmayan bir bina yıkılmış bir harabe gibidir. Her işi layık olana vermek gerekir! Bunun için idarende bulunanların şahsiyet ve kabiliyetlerini iyi tanı! Geçici istek peşinde gitmekten vazgeçersen her işte doğruluk üzere hareket etmeyi ve her işi ehline vermeyi başarırsın.

Böylece vazifeliler, dilediğin şekilde sana yardımcı ve dost olurlar, yapılması için verdiğin işler gerçekleşir, kaybolmaz. İdaren altındakileri sen iyi tanıdıkça; fakir ve zayıflar, rahatlık ve bolluğa kavuşur, kötü idarecilerin zulüm ve haksızlığından korunur, zalimler zulümlerini ortaya çıkaramazlar, mazlumlar da güvenli bir hayata kavuşurlar.

Beş duyuya hakim olmakİdareci, faydasız şeyler peşinde koşmaktan kaçarsa, idarede isabetli görüş ortaya koyma imkanı doğar.

Nefsini faydasız şeyler peşinden çeviremeyen kişi, beş duyusunu da zapta güç bulamaz.
Beş duyusuna hakim olamayan, seçkin yardımcılarına sahip olamaz. Mevcut olan kabiliyetli yardımcılar ve yüksek seviyedeki görevlilerine söz geçiremez olan idareci, zamanla siyasi etkisini kaybeder. Bunun için ilk önce büyük düşman olan nefsi, hemen peşinden de 5 duyuyu kontrol altına almak gelir. Nefse galip gelinirse öteki kontroller de kolaylaşır. Zira 5 duyu, nefse yardım eder ve insanı tehlikeli isteklere sürükler.

Beş duyunun gereğini yapmak lazımdır.
1- İşitme duyusu: Bir ceylan, avcıya yakalanmak korkusundan dikkat üzere iken, duyacağı bir ses, avcıya karşı olan dikkatini dağıtırsa, avcı gelir ceylanı yakalar.

2- Dokunma duyusu: 
Bir file bakıcısı yavaşça yaklaşır, yumuşakça tutunur, yapışıp okşar. Fil, korunmak için tedbir almaz, o kişi de üzerine binip fili dize getirir.

3- Görme duyusu: 
Çekirge, güneşin, sıcaklığından gizlenirken, gün ışığını hoş görür de buna aldanarak ortaya çıkar. Böylece, sıcaklık altında yanar.

4- Koklama duyusu: 
Güzel kokulu yerlere konan gül sineği, filin kulağından çıkan güzel koku onu aldatınca oraya konar. Fil de kulağını hareket ettirerek sineğe vurur ve öldürür.

5- Tatma duyusu: 
Balık oltadaki yeme aldanır. Yemi yerken avlanır.
Bu beş duyuya hakim olan, nefsine de hakim olur, siyaseti de güzel olur.

Bir hükümdar anlatır“Geçici zevk ve eğlencelerimiz bizi mühim işlerimizle uğraşmaktan alıkoydu. Askerlerimize gerekli önemi vermez olduk, maaşlarını azalttık. Yardımcılarımız azaldı.

Ülkede yaşayan insanlara zulmettik. Zulmümüzden kurtulmak için beddua ettiler, rahatlık getirecek bir idare için yalvardılar. Bütün bunlardan daha önemli olarak layık ve ehil olmayan insanları büyük hizmetler için görevlendirdik; önemli işlerin başına getirdik. İşte bunun için koskoca devletimiz yıkıldı, mülkümüz çöktü.”

Akıl hoca, nefs onun eşi, vücut da onların oturdukları ev gibidir. Akıl nefse galip geldikçe nefs vücudun menfaatlerine uygun işler yapar. Eğer nefs akla galip gelirse, çirkin şeyler yapar.

Bir idarecinin nasihatiHakkı uygula, doğru yoldan ayrılma, bilmediğin şeyi sor! Nefsin isteklerini terk et! Gerçek meydana çıkıncaya kadar hiçbir işi küçümseme, önemsiz de görünce yine titiz davran, Allah’tan korkan ve sorumluluk duygusuna sahip temiz kişileri kendine yakın tut. Bunların görüşlerinden faydalan.
Eğer böyle yaparsan bu davranışın ruhunu süsler ve başarılı olursun. Yalan yere sana yapılan övgüleri kabul etme, pohpohçuları geri çevir. Çünkü yalan yere yapılan övgü ve ikiyüzlülük kokan pohpohların sonucu vahim, meyveleri acı olur. Şunu da unutma ki, övgülerin içinde hile ve çıkar yatar. Sırlarını sırdaşından başkasına açma!

Hilesini sezdiğin kişiye asla güvenme! Üstesinden gelemeyeceğin işe girişme, yapamayacağın işi vaat etme! Hayırlı bir işe girişince acele et. Kötü olan işte acele etme! Başkalarına acı ki, cenab-ı Hak da sana acısın!

Terbiyenin önemi



Bir idare altındaki toplulukların, ahlak ve özellikleri, birbirine zıtlık yönünden, aynı yerde yetişmiş olan bitkilere benzer. Bazısı tatlı ve faydalı, bazısı da acı ve zehirli olur.

Herhangi bir bahçede yetişen karışık bitkilerden acı ve zehirli olan türleri ayıklamazsa çoğalır, kuvvetlenir, tatlı ve faydalı olan bitkilerin yaşamasına, gelişip büyümesine engel olur, telef olmasına sebep olur.

Bitkiler arasındaki acı ve zararlı otları temizlemek için bir bahçıvan gerektiği gibi, halkın da fitneci, bölücüleri doğru yola getirecek, mazlumlardan zulmü kaldıracak, cemiyete düzen verecek rahatlık ve huzur getirecek, idaresindekileri seven adil bir idareye ihtiyacı vardır.

Siyaset ve adaleti iyi olan idarecinin idaresi devamlı olur. Terbiyeye riayet olunmazsa idarede çökme arızaları görülür.

İdarecinin terbiyeye gereken değeri verip maiyetindekilere önem vermesi ve ikramlarda bulunması terbiyenin gerekleri arasındadır.

Terbiye daima kişinin aklına, hidayet yolunda kılavuzluk eder. Terbiye elde etmeye yönelmelidir! Çünkü terbiye aklı artırır, mevki ve mertebede olgunluğa eriştirir, kişiliği kuvvetlendirir.

Terbiyeli kişi, edebi sebebiyle mal kazanır ve yüksek dereceye ulaşır. Fakat babasından edep değil de mal intikal eden evlat, malı kaybettiği gibi terbiyeden de mahrum kalır.

Mirasın hayırlısı, edep, arkadaşın hayırlısı, güzel huy, rehberin hayırlısı iyilik yollarını gösteren, kötülük yollarını kapayan yardımcıdır.

Ticaretin faydalısı, çok çalışmaktır.
İstişareden daha çok güvenilecek dal, bilgisizlikten daha şiddetli fakirlik olmaz.
Edebin gerekli olduğuna inanan kişi, bu iki temeli de bilmeli ki; bu prensipleri, idaresinde uygulasın. Çünkü sağlam idare ancak bunlara dikkat etmekle gerçekleşir:

Edebin temeli ilimdir.
İlim, şunları bilmek için şarttır:
Dini iyi bilmek için:İşlenen suçların içyüzünü ve suçluları cezalandırmak hususunda yeterli hukuki bilgiye sahip olmak.

Huzur ve mutluluğu ayakta tutan adaleti yaşatmak için:
İlim, âmirin bir uyarıcısı ve koruyucusudur, sahibini zulümden, hak yemekten alıkoyar, yumuşak huylu eder.

Zulümden uzaklaştırıp maiyetindekilere şefkat ve merhamet ettirir.

İdareci, Allahü teâlâdan korkarsa, elemanlar da ondan korkar. Yani onun emrini yerine getiremeyip üzülmesinden korkarak ne söylerse seve seve yerine getirirler.
 

Âmirlere itaat


Âmirlere itaat

Dinimiz, cemiyetin huzur içinde yaşaması, kargaşadan uzak olması için âmirler kötü de olsa, onların meşru emirlerine itaati emretmektedir. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Ey iman edenler! Allah’a, Resulüne ve sizden olan emirlere itaat ediniz.) [Nisa 59]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Emirin beğenmediğiniz işlerine sabredin! Zira cemaatten bir karış ayrılan, cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.) [Buhari]

(Emire itaat etmeyip, cemaatten ayrılan, cahiliyet ölümü ile ölmüş olur.) 
[Müslim]

(Bana itaat, Allahü teâlâya itaattir. Bana isyan, Allahü teâlâya isyandır. Başındaki emire itaat, bana itaattir, ona isyan ise, bana isyandır.) 
[Buhari]

(Başınızdaki emir, siyah Habeşli bir köle olsa da, ona mutlaka itaat edin!) 
[Buhari]

(Öyle emirler gelir ki, yalan söyler ve zulmederler. Onların yalanlarını tasdik eden ve zulümlerine yardım edenler, benden değildir, ben de onlardan değilim. Onların yalanlarını tasdik etmeyen ve zulümlerine yardımcı olmayanlar bendendir, ben de onlardanım.) 
[Taberani]

(Bazı emirler gelir, rızklarınıza el atar, yalanlarla sizi avutmaya çalışır. En kötü tarafları da kötülüklerini güzel görmedikçe, yalanlarını tasdik etmedikçe sizden razı olmazlar. Yine de emirlik haklarını tanıyın.) 
[Taberani]

(Bazı idareciler gelir, iyileri de, kötüleri de olur. Hakka uygun her şeyde kendilerine itaat edin. Arkalarında namaz kılın. Eğer iyilik yaparlarsa, hem size, hem onlara olur. Kötülük ederlerse, sizin lehinize, onların aleyhine olur.) 
[Taberani]

(Günahı emretmedikçe, emire itaat Müslümana vaciptir. Allah’a isyanı emredene itaat yoktur.) 
[Beyheki]

(Hoşuna gitse de, gitmese de, emirin sözünü dinle ve ona itaat et! Emir, günah olan bir şeyi emrederse, o emri dinlemek gerekmez.) 
[Buhari]

(Bir hayvanın ayağını kesenin ve yaş hurma ağacını yakanın ecrinin dörtte biri gider. Ortağına hıyanet edenin de ecrinin dörtte biri gider. Emirine isyan edenin ise, ecrinin tamamı gider.) 
[Beyheki]

Hazret-i Huzeyfe diyor ki:
Peygamber efendimiz, (Bir zaman sonra, benim yoluma, sünnetime uymayan, görünüşleri insan, kalbleri şeytan gibi emirler gelecektir) buyurunca (Ya Resulallah bu zamana yetişirsem ne yapayım?) diye sual ettim. (Müslümanların cemaatine ve imamına uy! Sırtına vurup malını alsa da, emirin sözünü dinle ve ona itaat et) buyurdu. “Müslümanların cemaati ve imamı yoksa, ne yapayım?” dedim. (Ölünceye kadar hepsinden uzak kal) buyurdu. (Buhari)
Dinimizde birlik ve beraberliğin sağlanması için âmire itaatin önemi büyüktür.
Âmirimiz kötü diye yakınmamız doğru değildir. Önce kendimize bakmamız, kendi kusurlarımızı düzeltmemiz gerekir.

Acaba kendimiz iyi miyiz? Kendimizi düzeltirsek, âmirlerimiz de düzelir. Nitekim hadis-i şerifte (Siz nasılsanız, başınıza öyle âmirler geçer) buyuruluyor. (Deylemi)

İdarecilere öğütler



Hazret-i Ali buyuruyor ki:
1- Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket duyguları besleyin. Başarınızın onları azarlayıp sert davranmakta yattığı fikrine kapılmayın.

2- 
Herkese adil davranın.

3- 
Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.

4- 
Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş, devlete karşı suçlardan, mazlumlara karşı zulümlerden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.

5- 
Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummayanları tercih edin.

6- 
Haksız kazanç ve ahlaksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.

7- 
Memurları devamlı kontrol edin, bunun için güvendiğiniz samimi kişilerin istişaresine açık olun.

8- 
Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın, yaptığınızla kişiyi minnet altında bırakmayın.

9- 
Hiçbir zaman vaadinizden dönmeyin. Yapmaya güç yetiremeyeceğiniz işleri de vaat etmeyin.

10- 
Öfkenizi yenin. Öfkeli iken ceza vermekten sakının. Kızgınlığınız yatışsın ki müspet kararlar verebilesiniz.

İşleri ehline vermek

Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, işlerin ehli olana yani layık olduğu kimselere verilmesi emrediliyor. Görev yerlerinin emanet olduğu, bu emanetlere riayet edilmesi, uyulması emredilmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder.) [Nisa 58]

(Biz emaneti 
[dinin emir ve yasaklarını], göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.) [Ahzab 72]

Müminler övülürken, (Emanetlerine [dinin emir ve yasaklarına] riayet ederler ve verdikleri sözleri yerine getirirler) buyuruluyor.(Müminun 8) 
Bir işi yaparken de aralarında istişare ettikleri, birbirine danışarak yaptıkları bildiriliyor. (Şura 38)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(İş ehli olmayana [layık olmayana] tevdi edildiği [verildiği] zaman, kıyameti bekle.) [Buhari]

(Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin.
 "Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?" denince, (Görev ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin) buyurdu. (Buhari) 

(Allah yolunda savaş, bütün günahların affına sebeptir. Fakat emanete hıyanetin affına sebep olmaz. Allah yolunda öldürülen kimse, kıyamette, emaneti ödemeyince Cehenneme atılır.)
 [Beyheki]

(Emanete riayet edilmezse, zekat zorla verilirse, ilim, dine hizmet için değil de, para ve makam için öğrenilirse, kişi, hanımının meşru olmayan arzusunu yapmaya çalışırsa, ana babasına isyan ederse, fâsık ve ehil olmayanlar işbaşına getirilirse, kötülüğünden korkup zalime hürmet edilirse, gayrı meşru ilişkiler, çalgılı içkili yerler çoğalırsa, yeni nesil, önceki âlimleri kötülerse, o zaman çeşitli belaya maruz kalırlar.)
 [Bezzar]

(Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur. Onun namazı da, zekatı da kabul olmaz.)
 [Bezzar]
[İmanı yok, imanı olgun değil demektir. Kabul olmaz demek, sahih olmaz demek değildir. Namazı ve diğer ibadeti sahih olur, borçtan kurtulur. Fakat namaz ve zekattan hasıl olacak büyük sevaplara kavuşamaz demektir.]

Bir işe diplomalı veya unvanlı kimse değil, o işi hakkı ile yapabilen kimseler getirilmelidir. Adam kayırmak, adama göre iş vermek uygun değildir. Her zaman işe göre adam seçmelidir. O eleman o işe layıksa o iş ona verilmeli, layık değilse, layık olanını aramalıdır.

30 yıl kadar önce gazetelerde okumuştum. Türkiye, Amerika’dan bir iş için general istiyor. Onlar da, o işi en iyi bilen bir albay gönderiyorlar. Bizimkiler, (Biz general istedik, siz albay gönderdiniz) diyorlar. Amerikan yetkilileri hayret ediyor, (Biz size o işi yapabilecek en iyi bir eleman gönderdik. Unvan sizce o kadar önemli mi?) diyorlar. Sonra, (Madem general istiyorsunuz, gönderdiğimiz albay, generalliğe terfi ettirilmiştir) diyerek terfisini gönderiyorlar. O albay, general olarak aynı görevi yapıyor.

Osmanlıda sıradan bir kişi üstün hizmetleri görülürse, bu kişi paşa, hatta sadrazam bile oluyordu. Amerika da bu sistem hâlâ devam etmektedir. Kore savaşında bir Türk astsubayının üstün hizmetleri görülüyor, Amerikan generali, ona öyle bir rapor veriyor ki, (Bu raporla seni albay yaparlar) diyor. Bizim astsubay diyor ki, (Bizde öyle sistem yok. En büyük başarılarda bulunsak da, teğmen bile olamayız) diyor. Amerikan generali hayret ediyor.

İnsanlarla iyi geçinmek için



Sual: Karşılaştığımız insanların kimisi iyi, kimisi kötüdür. Herkesle iyi geçinebilmek için ne yapmak gerekir?
CEVAPİnsanlarla iyi geçinebilmenin iki şartı vardır:
1- İyi bir insan olmak,
2- İnsanları iyi tanımak.

Bu iki şarta malik olan, herkesle iyi geçinir. İyi insan olmak için, dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmek kâfidir. İnsanları tanımak için de şunları bilmek gerekir:

İnsanlar üç kısımdır: Birinci kısımdakiler, gıda gibidir, her zaman gerekir. İkinci kısımdakiler, ilaç gibidir, bazen gerekir. Üçüncü gruptakiler hastalık gibidir, istenmez, fakat musallat olur. Bunlara müdara edilir.

Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye mani olmak için susmaya, müdara etmek denir. Müdara, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermektir. Kalben nefret edip, haramı men etmek istediği halde, müdara yapmak caizdir. Hatta sadaka sevabı hasıl olur. Ancak akıllı kimse, iyi geçinir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İyi geçinmek aklın başıdır.) [Beyheki]

(İyi geçinmek aklın yarısıdır.) [Deylemi]

Müdara ederken tatlı dilli ve güler yüzlü olmak gerekir. Herkesle müdara ederek sohbet etmelidir! Yani, hep tatlı dilli ve güler yüzlü olmalıdır. İyi ve kötü, herkes ile karşılaşınca, böyle olmalıdır. Fakat, kötülere ve sapıklara müdahene etmemeli, onun sapık yolundan razı olduğunu zan ettirmemelidir. (Hindiyye)[Müdara, İslamiyet’in dışına çıkmadan, gönlünü almaktır. Müdahene, birinin gönlünü alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir.]

(İyi geçinmek aklın başıdır)
 hadis-i şerifi, ancak akıllı kimsenin insanlarla iyi geçineceğini bildirmektedir. (Beyheki)

İbrahim Hakkı hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, insanlarla iyi geçinmemizi emrederek hadis-i kudside, (Kötülük edene iyilik eden, gelmeyene giden, uzak durana yaklaşan, yemek vermeyene yemek veren, en üstün olandır. Affedin, ayıp örtün, merhamet edin ki merhamete kavuşun! İnsanlara karşı iyi huylu olanı severim ve insanlara onu sevdiririm) buyurdu.

Edep ehli buyuruyor ki:Cömertlik insanın süsüdür. Af, en güzel bir ihsandır. Kerim aza şükreder, adi kimse, çoğu beğenmez. Kerim, sözünde durur, sözünde durmayanı da affeder. Herkesin verdiği eziyete, sıkıntıya katlanır, fakat hiç kimse ondan incinmez. Kendine söylenince razı olmayacağın sözü başkalarına söyleme! Başkalarının seninle nasıl konuşmasını istiyorsan, sen de onlarla öyle konuş! Özür dileyenin özrünü kabul et! Seni üzeni affet, ona iyi davran! Verdiğin sözü tut, ettiğin iyiliği gizle, başa kakıcı olma! Başkası için kuyu kazan kendi düşer. Halka ihsan eden, Haktan ihsan görür. Sana söz getiren, senden de söz götürür. (M.Name)
Dosta, düşmana, iyi, kötü, herkese, tatlı dil ve güler yüz göstermeli, fitne çıkarmamalı, düşman kazanmamalıdır. İnsanlara yapılacak en faydalı ihsan, en kıymetli hediye, tatlı dil ve güler yüzdür. İneğe tapanları görünce, ineğin ağzına ot vererek, düşmanlıklarına mani olmalıdır! Hâfız-ı Şirazinin, (Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir) sözüne uymalı, af dileyenleri affetmelidir! Herkese karşı iyi huylu olmalı, yumuşak söylemeli, sert söylememelidir! Kimse ile münakaşa etmemelidir! Münakaşa, dostluğu azaltır, düşmanlığı artırır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haklı iken de, münakaşayı terk edene, Cennette bir köşk verilir.) [Taberani]

(Haklı da olsa, münakaşayı terk etmeyen, hakiki imana kavuşamaz.) [İ.Ebiddünya]

Öğretmen öğrenci ilişkisi
Sual: Öğretmenin öğrenciyle ilişkisi nasıl olmalıdır?
CEVAP
1- 
Öğrenciye kendisini sevdirmeli.
2- Onu tenkit etmemeli, özellikle başkasının yanında hakaret edip mahcup etmemeli.
3- Hak ettiği notu esirgememeli.